In previous posts and podcasts alike, we've discussed the vital role of women in Ottoman households during the World War I period. As able-bodied men were sent to the fronts, able-bodied women were sent to the fields, especially in the countryside.
Amidst food shortages and starvation conditions, women's rural labor was critical for keeping the Ottoman army and society afloat. The text below, which reflects that reality, appeared in a CUP periodical published throughout the war entitled "The Farmers Association Journal (Çiftçiler Derneği Mecmuası)". The monthly magazine maintained running columns on agricultural methods, the cultivation of crops (particularly legumes, corn, potatoes, and wheat), and health tips for Ottoman farmers. In addition, it featured opinion articles on topics ranging from the importance of agriculture within an Islamic framework to the role of farmers in contributing to the war effort.
This particular document is a short story with a moral about the value of female labor that had apparently appeared in Tanin, the main organ of the CUP. It centers on a woman named Nahide in the Marmara region who took to agriculture while her husband was off at the various fronts of the war. It initially caught my attention not so much for the above points about women's labor, but for the idealized and indeed sexualized image of the female farmer that appears in its first paragraph. Rather than a romantic encounter, as story's beginning suggests, the story is an intellectual dialogue in which Nahide defends her role as provider against a disapproving man. We can read the text on multiple levels. On the one hand, it is a story perhaps meant to be read by women as a justification of their shouldering of wartime burdens, encouraging and indeed valorizing female labor. On the other hand, it can be read as a means of convincing men in particular that it is not shameful for their wives, mothers, sisters and daughters to take on different labor roles during the war. In fact, it suggests that female labor was a service to the empire similar to the military service of men.
This particular document is a short story with a moral about the value of female labor that had apparently appeared in Tanin, the main organ of the CUP. It centers on a woman named Nahide in the Marmara region who took to agriculture while her husband was off at the various fronts of the war. It initially caught my attention not so much for the above points about women's labor, but for the idealized and indeed sexualized image of the female farmer that appears in its first paragraph. Rather than a romantic encounter, as story's beginning suggests, the story is an intellectual dialogue in which Nahide defends her role as provider against a disapproving man. We can read the text on multiple levels. On the one hand, it is a story perhaps meant to be read by women as a justification of their shouldering of wartime burdens, encouraging and indeed valorizing female labor. On the other hand, it can be read as a means of convincing men in particular that it is not shameful for their wives, mothers, sisters and daughters to take on different labor roles during the war. In fact, it suggests that female labor was a service to the empire similar to the military service of men.
BAHÇEDE
Arkasından kısa kollu, kısa etekli ve dar bir keten yeldirme, başında mühmil bir tarzda
sarılmış ince bir tül. Genç kadın, dolgun göğüsün sakin ve batî hareketleriyle
eğrilip doğruluyordu. İnce eldivenler içinde saklanan küçük ellerle idare
edilen bel, kollarını ziyadece yorduğu zaman güneş ve hava ile bir az daha
esmerleşen çehresinin yorgunlukla kızaran yanağını belin sapına dayanarak zarif
bir bağçevan turiyle etrafına bakınıyordu. Şebnemlerle parlatayan bahçe ve
ötede alçak bir duvardan sonra uzanıp giden kız henüz çıplaktı; karşıda mahçup
bir sabah güneşinin iltimai ile yaldızlanan sakin deniz, bir az ötede adaları
kocakladıktan sonra uzaklarda, karlı zirvelerile beyaz bulut yığınlarına
benzeyen Keşiş dağlarının eteklerine doğru uzanıp gidiyordu.
Bir az durdu; sonra tekrar çalışmaya başladı. Yirmi
beş yaşında, narin, fakat mütekemmül bir kadın vücudu, geniş hatlarının zarif
inkişafatı ile şekilden şekle giriyor, sarı topraklara bulaşan siyah ve küçük
iskarpinle beli tazyik ettikten sonra geniş yeldirmenin dar kolları içinde
kuvvetli hareket eden dolgun adalât birer birer toprakları deviriyordu. Durdu;
beli tekrar toprağa sapladı ve ayrılarak bir az ötede yeni yeşillenen bakla
tarlasına gitti. Yeldirmesinin eteklerini zarif ve seri bir hareketle
topladıktan sonra çevirmelerin baklaları muayeneye başladı. Keten eldivenler
içinde gizlenen küçük elleri kuvvetli bir feyz ile yapraklanan baklalar
arasında dolaşırken parmakları sanki çocuğunun saçlarını okşayan bir anne
ihtimamı ile titriyordu.
Bir müddet küçük tarlanın yeşillikleri arasında
rastgele dolaştı; elleriyle yaprakları karıştırarak açılan, yahut açılmak üzere
olan çiçekleri araştırıyor ve hep kendi sainin mahsulu olan bu feyzin taze bir
hayat ile canlanıp yükseldiğini gördükçe memnun oluyordu. Nagehan, bir az ötede
bahçe kapısı ile köşk arasındaki yoldan gelen ayak sesine doğru başını çevirdi;
henüz yapraklanmamış ağaçlar arasında genç bir zabıtın seri adımlarla köşke
doğru yuruduğunu gördü. Dikkat etti. Bu; kocasının eski bir arkadaşı ve şimdi
onunla beraber aynı alayda hizmet eden bir ihtiyat zabıtı idi. Birdenbire onun
kendisini görmek üzere geldiğini anlayarak açık bir sevinç içinde seslendi: "Naşid Bey, Naşid
Bey... Bu tarafa geliniz, bu tarafa!"
Sonra seri bir hareketle doğrularak bir adımda
tarlanın içinden çıkıp genç kadını görünce derhal yolunu değiştirmiş,
dudaklarına beklenmeyen misafirlere mahsus bir tebessümle, kendisine doğru
geliyordu. Bir kaç saniye sonra karşılaştılar, Naşit genç kadının uzattığı eli
sıkarak, dudaklarında hep o beşuş tebessümle: "Bonjour, Nahide
Hanım..." dedi ve suratla etrafına bakarak, Nahide’yi baştan aşağı süzdü: "Oo... bu ne? Siz
hakikaten çiftçi olmuşunuz! Doğrusunu istermisiniz? Mektuplarınızda arada
sırada bu yeni işinizden bahsettikçe bir gülüyorduk; bilhassa Süreyya hiç
inanmıyor, kendisine bir eğlence bulmuş, varsın eğlensin diyordu."
Sonra etrafına bir az daha dikkatlice göz gezdirerek latife şeklinde devam etti: "Hatta," dedi, "ilave, daha doğrusu itiraf ediyim: havanın iyi olmasına rağmen, gelirken sizi burada bulacağım aklımdan bile geçmemişti, belki henüz kalkmamışlardır, rahatsız edeceğim, diye endişe ediyordum..." ve eski bir dost turiyle teklifsizce ilave etti: "Affedersiniz, halbuki gunahınıza girmişim!"
Sonra etrafına bir az daha dikkatlice göz gezdirerek latife şeklinde devam etti: "Hatta," dedi, "ilave, daha doğrusu itiraf ediyim: havanın iyi olmasına rağmen, gelirken sizi burada bulacağım aklımdan bile geçmemişti, belki henüz kalkmamışlardır, rahatsız edeceğim, diye endişe ediyordum..." ve eski bir dost turiyle teklifsizce ilave etti: "Affedersiniz, halbuki gunahınıza girmişim!"
Genç kadın bu pürgu dostun teklifsiz şetareti
karşısında, hiç beklemezken kocasının yakın bir arkadaşı yanında bulmakta derin
bir lezzet hissederek, ne söyleyeceğini şaşırmıştı, hala bir az mütehayyir, helecanını
güç zaptederek Naşid’in dudaklarına bakıyordu. O, genç kadının hayret ve
helecanını seyretmekte bir lezzet bularak, dudaklarında gittkçe genişleyen bir
tebessümle sordu: "Hiç hatırınızda yoktu,
değil mi, hiç beklemiyordunuz?"
Nahide, nihayet ilk dakikanın verdiği hayret ve heyecandan kurtulmuş, memnun, cevap verdi: "Hayır, hiç beklemiyordum. Hatırımda yoktunuz, diyemem, çünkü darilirsiniz; fakat hiç beklemediğimi itiraf edebilirim." Gülüştüler. Naşid genç kadına kocasını hatırlatmak isteyerek: "Beklemediğinizi bende biliyorum, dedi. Hatırda olmak meselesine gelince, bunda da çok ısrar etmeyeceğim, pek iyi bilirim ki benden evvel hatırlanacaklar var!"
Nahide bu ima karşısında gizli bir memnuniyet hissederek sözü değiştirmek istedi: "Yorgunsunuzdur, haydi köşke gidelim..." dedi. Naşid bahçeyi tercih ediyordu. Gözleriyle etrafını araştırdı, bir az ötede iki sandalye görerek: "Bilakis, dedi, hiç yorgun değilim, surada da oturabiliriz."
Ve beraberce, iki eski dost gibi, iskemlelere doğru
yürüyerek oturdular. Evvela Naşid anlattı. Bir buçuk seneden beri hiç İstanbul’a
uğramamış olan iki arkadaşın muhtelif yerlerdeki hayatlarından, Gelibolu’dan,
Edirne’den, nihayet Galiçiya’dan, rastegele bir takım hatıralar naklediyor,
Süreyya’nın pek iyi olduğuna, daima karısını düşündüğüne dair teminat
veriyordu. Kendisi bir buçuk ay kadar izinle İstanbul’a gelince bittabi ilk işi
genç kadını ziyaret etmek ve Süreyya’nın kemal-ı ihtimamla, uzun uzun yazdığı
mektubu getirip teslim etmek olmuştu. Cebinden mektubu çıkararak Nahide’ye
verdi. Genç kadın zarfı göğüsüne sokarken Naşid bir azda ondan bahsetmek
istedi: "Demek sizde nihayet
işi çiftçiliğe döndünüz!" dedi. "Çok iyi bir eğlence... Garip, her halde biz
yanlış biliyormuşuz... Ben ipek eldivenli ellere ancak yelpaze, iğne veya şemsiye
yakışır zannederdim. Halbuki onlar böyle işlerle de uğraşabilirlermiş... Bari
iyi bir hasat ümit ediyormusunuz?"
Naşid’i kendisiyle eğlenmek istiyor zanneden genç kadın birdenbire galyan etti: "Pardon, Naşid Bey, dedi; Galiba siz benim yaptığım şeyi pek adi bir eğlence telakki ediyorsunuz. Halbuki ben hiç o fikirde değilim. Süreyya da bu fikirde ise aldanıyor. Çünkü ben pek ciddi bir tarzda çalışıyorum. Elbette alacağım mahsul sizin ordunuzu devirecek kadar olmayacak. Lakin ümit ederim ki haftalardan beri vakit buldukça yoğurmaktan hali kalmadığım şu toprak, çalışan bir kadın koluna karşı erkeklere gösterdiğinden az lütfkar olmayacak."
Sonra eliyle Nahide, işlediği yerleri göstererk: "İşte, görüyormusunuz? Bütün şu muhit benim tarlamdır. Şu yeşillenen yerler; Soğan bakla ve bezelye tarlaları, bir az ötede yeni yeşillenmeğe başlayan yerlerde ise nohutlarım çıkıyor. Bütün bunları hep ben yaptım ve yapıyorum. Hiç bir erkek eli değmedi, hatta bizim ihtiyar Ahmed’i bu taraflarda bolaşmaktan men ettim. Toprağı ben belledim, baklaları, bezelyeleri, nohutlar ben ektim; diğer şeyleri de hep ben ekeceğim, sonra bunları ben çapalayarak, ben sulayarak ben yetiştireceğim... Anlıyormusunuz? Hep ben! Geçen seneden beri duşunuyordum. Geçirdiğimiz zamanların acılığı ve ehemiyet karşısında kadınların boş oturmalarını pek elim bir mahkumiyet olarak görüyordum. Halbuki bilirsiniz. Bizde kadınlar ne kadar ihmal edilirler, hatta siz bile gördüğünüz ya, biraz evvel yaptığım şeylerden adeta eğlenir gibi bahsediyordunuz... Ben herkesin bize karşı gösterdiği bu itimatsızlığa, lakıdı diye kendi kendime mukabele etmek istedim ve kemal-ı azm ile çalışmaya karar verdim. Okudum, konuştum, ihtiyar Ahmed’in tecrübeli ilminden istifade ettim ve nihayet – genç kadın burasını bir az gülümseyerek seviliyordu – her erkek karasında bulunacağını zannetmedim bir planla işe başladım..."
Nahide mudafaadan taarruza geçmişti. Naşid bila ihtiyar: "Planla mı?" dedi, "Askerle gibi planınız da mı var?"
"Hayır, askerler gibi değil kadınca bir ziraat, bir harp ziraatı planı. Uzun uzun düşünülerek hazırlanmış bir plan, ve ben onu etrafımda mütahadiyen neşre çalışıyorum. Planmak prinsipleri sunlardır: mümkün mertebe çok değmek, değerken en azgırt ve emek isteyen, çok mahsul veren ve en ziyade mugaddi olan şeyleri değirlerine tercih etmek, mesela bakla, bezelye, nahut, bence bu zamanda soğan ve sarımsağa, hatta patlıcan ve enginara müreccahtır."
Genç zabıt Nahide’nin sözlerini hayretle diklemeye başlamıştı. O bunun farkına vardı: "Evet," diye devam etti, "nadakikatımla anladım ki öteden beri buralarda klasik bir usul ziraat vardır. Halbuki bu günkü ihtiyacatın tevlit ettiği uzma iktisat zarureti karşısında tebdil-i meslek etmek lazım geliyor. Ben şu küçük tarlamak her karış toprağında başka bir tarzda istifade edeceğim. Mesela pek az bamyaya mukabil pek çok mısır ekeceğim. Musaddığım, bu suretle diğer tarafta tesis ettiğim küçük kümesimin kışlık zahiresini tedarike yadrım etmek. Eğer havalar müsait olursa benim her gün muntazaman sarf ettiğim gayretten inanılmayacak derecede çok fayda hasıl olacağına katiyyen eminim... Ben kendi hisseme düşen şeyi yapıyorum, herkes de benim gibi yapsa neler olmaz, değil mi Naşid Bey?"
Nahide gittikçe artan bir heyecan ve ciddiyetle söylüryordu. Genç adamın hayret büsbütün artmıştı. Bir buçuk sene evvek kocasının arkasından ağlar biraktığı bir genç kadının şimdi bu kadar derin hesap ve iktisat fikirleriyle söz söylemesiyle ve yaptığı işle eğlenildiğini anlaması üzerine bu kadar heyecana gelmesine hayret ediyordu. Biraz evvel onunla sade latife ederek konuşurken şimdi kendisine de bir ciddiyet gelmişti.
"Peki," dedi, "bütün bunları nereden öğrendiniz?" Genç kadın, dudaklarında acı bir tebessüm irtisam ederek cevap verdi: "Geçirdiğimiz zamanların verdiği terbiyeyi kimse veremez, Naşid Bey... dedi, bir buçuk seneden beri sizi görmüyordum. Kocamdan ayrılalı iki buçuk sene oldu ve bu müddet zarfında onu ancak on beş gün görebildim. Bizimkiler gibi hisseden zayıf kalplar için bu mahrumiyetlerden kuvvetli bir ders tassavur edebilirmisiniz?"
Naşid, birdenbire tekrar latifeye dönerek: "Oo," dedi, "siz de felesuf olmak istidadları görüyorum..." Sonra cebinden saatını çıkararak baktı: "Ah! Pek geç kalmışım. Araba kapıda bekliyor, diğer bir arkadaş mektubu daha var. Şimdi de onu götüreceğim." Genç kadın, kocasının arkadaşını yaınında görmekten mütevellid memnuniyetin uzamasını isteyerek birakmak istemiyordu: "Annemi gömediniz; bir kahve olsun içirdiğiniz. Bir az da içeri girelim..." diye ısrar etti. Öteki gizli bir maksatla gülümser gibi, latife ile karışık itiraz etti: "Demek, şeker ve kahveniz var, mesutsunuz. Bizim evde hiç yokmuş, gelirken bir az ben getirmiştim, evde bir sevinç, bir kıyamet... o halde şimdi müsaade buyurunuz, dönüşte uğurar, valide hanım efendiyi görür ve şekerli kahvemi içerim... şimdilik allahaısmarladık..." diye yerinden kalktı ve genç kadının elini sıkarak suratle uzaklaştı.
O gittikten sonra Nahide, koynundaki mektubu çıkarıp okumaya başladı. Güneş bir az daha yükselmiş, hava daha ziyade ısınmıştı. Kocası arkadaşıyla kapalı olarak göndereceği mektubun mahremiyetinden istifade etmiş, kendisine hararetli bir lisanla bir buçuk senelik iştiyaklarını anlatıp duruyordu.
Okurken o kadar dalmıştı ki şimdi, sanki bir ruya içinde kendisini Galiçiya’da Süreyya’nın yanına zannediyordu. Nagehan yanında bir hareket oldu; bu hareketle beraber ruyasından uyanır gibi başını kaldırdı. Bir anda gözleri karardı, başı döndü, sendeler gibi ayağa kalktı ve karşısında, bir bucuk senelik bir hasretle titreyen mütebessim dudakların ateşli raaşelerini hissederek, "Süreyya!" diye kocasının kocağına atıldı.
Naşid’i kendisiyle eğlenmek istiyor zanneden genç kadın birdenbire galyan etti: "Pardon, Naşid Bey, dedi; Galiba siz benim yaptığım şeyi pek adi bir eğlence telakki ediyorsunuz. Halbuki ben hiç o fikirde değilim. Süreyya da bu fikirde ise aldanıyor. Çünkü ben pek ciddi bir tarzda çalışıyorum. Elbette alacağım mahsul sizin ordunuzu devirecek kadar olmayacak. Lakin ümit ederim ki haftalardan beri vakit buldukça yoğurmaktan hali kalmadığım şu toprak, çalışan bir kadın koluna karşı erkeklere gösterdiğinden az lütfkar olmayacak."
Sonra eliyle Nahide, işlediği yerleri göstererk: "İşte, görüyormusunuz? Bütün şu muhit benim tarlamdır. Şu yeşillenen yerler; Soğan bakla ve bezelye tarlaları, bir az ötede yeni yeşillenmeğe başlayan yerlerde ise nohutlarım çıkıyor. Bütün bunları hep ben yaptım ve yapıyorum. Hiç bir erkek eli değmedi, hatta bizim ihtiyar Ahmed’i bu taraflarda bolaşmaktan men ettim. Toprağı ben belledim, baklaları, bezelyeleri, nohutlar ben ektim; diğer şeyleri de hep ben ekeceğim, sonra bunları ben çapalayarak, ben sulayarak ben yetiştireceğim... Anlıyormusunuz? Hep ben! Geçen seneden beri duşunuyordum. Geçirdiğimiz zamanların acılığı ve ehemiyet karşısında kadınların boş oturmalarını pek elim bir mahkumiyet olarak görüyordum. Halbuki bilirsiniz. Bizde kadınlar ne kadar ihmal edilirler, hatta siz bile gördüğünüz ya, biraz evvel yaptığım şeylerden adeta eğlenir gibi bahsediyordunuz... Ben herkesin bize karşı gösterdiği bu itimatsızlığa, lakıdı diye kendi kendime mukabele etmek istedim ve kemal-ı azm ile çalışmaya karar verdim. Okudum, konuştum, ihtiyar Ahmed’in tecrübeli ilminden istifade ettim ve nihayet – genç kadın burasını bir az gülümseyerek seviliyordu – her erkek karasında bulunacağını zannetmedim bir planla işe başladım..."
Nahide mudafaadan taarruza geçmişti. Naşid bila ihtiyar: "Planla mı?" dedi, "Askerle gibi planınız da mı var?"
"Hayır, askerler gibi değil kadınca bir ziraat, bir harp ziraatı planı. Uzun uzun düşünülerek hazırlanmış bir plan, ve ben onu etrafımda mütahadiyen neşre çalışıyorum. Planmak prinsipleri sunlardır: mümkün mertebe çok değmek, değerken en azgırt ve emek isteyen, çok mahsul veren ve en ziyade mugaddi olan şeyleri değirlerine tercih etmek, mesela bakla, bezelye, nahut, bence bu zamanda soğan ve sarımsağa, hatta patlıcan ve enginara müreccahtır."
Genç zabıt Nahide’nin sözlerini hayretle diklemeye başlamıştı. O bunun farkına vardı: "Evet," diye devam etti, "nadakikatımla anladım ki öteden beri buralarda klasik bir usul ziraat vardır. Halbuki bu günkü ihtiyacatın tevlit ettiği uzma iktisat zarureti karşısında tebdil-i meslek etmek lazım geliyor. Ben şu küçük tarlamak her karış toprağında başka bir tarzda istifade edeceğim. Mesela pek az bamyaya mukabil pek çok mısır ekeceğim. Musaddığım, bu suretle diğer tarafta tesis ettiğim küçük kümesimin kışlık zahiresini tedarike yadrım etmek. Eğer havalar müsait olursa benim her gün muntazaman sarf ettiğim gayretten inanılmayacak derecede çok fayda hasıl olacağına katiyyen eminim... Ben kendi hisseme düşen şeyi yapıyorum, herkes de benim gibi yapsa neler olmaz, değil mi Naşid Bey?"
Nahide gittikçe artan bir heyecan ve ciddiyetle söylüryordu. Genç adamın hayret büsbütün artmıştı. Bir buçuk sene evvek kocasının arkasından ağlar biraktığı bir genç kadının şimdi bu kadar derin hesap ve iktisat fikirleriyle söz söylemesiyle ve yaptığı işle eğlenildiğini anlaması üzerine bu kadar heyecana gelmesine hayret ediyordu. Biraz evvel onunla sade latife ederek konuşurken şimdi kendisine de bir ciddiyet gelmişti.
"Peki," dedi, "bütün bunları nereden öğrendiniz?" Genç kadın, dudaklarında acı bir tebessüm irtisam ederek cevap verdi: "Geçirdiğimiz zamanların verdiği terbiyeyi kimse veremez, Naşid Bey... dedi, bir buçuk seneden beri sizi görmüyordum. Kocamdan ayrılalı iki buçuk sene oldu ve bu müddet zarfında onu ancak on beş gün görebildim. Bizimkiler gibi hisseden zayıf kalplar için bu mahrumiyetlerden kuvvetli bir ders tassavur edebilirmisiniz?"
Naşid, birdenbire tekrar latifeye dönerek: "Oo," dedi, "siz de felesuf olmak istidadları görüyorum..." Sonra cebinden saatını çıkararak baktı: "Ah! Pek geç kalmışım. Araba kapıda bekliyor, diğer bir arkadaş mektubu daha var. Şimdi de onu götüreceğim." Genç kadın, kocasının arkadaşını yaınında görmekten mütevellid memnuniyetin uzamasını isteyerek birakmak istemiyordu: "Annemi gömediniz; bir kahve olsun içirdiğiniz. Bir az da içeri girelim..." diye ısrar etti. Öteki gizli bir maksatla gülümser gibi, latife ile karışık itiraz etti: "Demek, şeker ve kahveniz var, mesutsunuz. Bizim evde hiç yokmuş, gelirken bir az ben getirmiştim, evde bir sevinç, bir kıyamet... o halde şimdi müsaade buyurunuz, dönüşte uğurar, valide hanım efendiyi görür ve şekerli kahvemi içerim... şimdilik allahaısmarladık..." diye yerinden kalktı ve genç kadının elini sıkarak suratle uzaklaştı.
O gittikten sonra Nahide, koynundaki mektubu çıkarıp okumaya başladı. Güneş bir az daha yükselmiş, hava daha ziyade ısınmıştı. Kocası arkadaşıyla kapalı olarak göndereceği mektubun mahremiyetinden istifade etmiş, kendisine hararetli bir lisanla bir buçuk senelik iştiyaklarını anlatıp duruyordu.
Okurken o kadar dalmıştı ki şimdi, sanki bir ruya içinde kendisini Galiçiya’da Süreyya’nın yanına zannediyordu. Nagehan yanında bir hareket oldu; bu hareketle beraber ruyasından uyanır gibi başını kaldırdı. Bir anda gözleri karardı, başı döndü, sendeler gibi ayağa kalktı ve karşısında, bir bucuk senelik bir hasretle titreyen mütebessim dudakların ateşli raaşelerini hissederek, "Süreyya!" diye kocasının kocağına atıldı.
- M.N., Tanin
How do I make money off of gambling? - Work-to-Earn
ReplyDeleteOnline casino gambling is one of the most popular forms of online gambling, and it is available for 바카라 both งานออนไลน์ US and 1xbet Canadian players.